Bu aralar doksanlı yılların filmlerine sarmış durumdayım. Hani şu kimsede cep telefonu olmayan, birini aradığın zaman ev telefonundan ulaşmaya çalıştığın ama sadece telesekretere ulaşabildiğin filmlere.
Melodikası ile besteler yapıyor. Aynı besteyi asla iki defa çalamıyor ama olsun. Tıpkı iki yağmur damlasının birbiriyle aynı olmaması gibi.
Kuru boyaları ile resimler yapıyor. Hep kendince çok güzel bulduğu kızları çiziyor.
Geleceğe dair hayallerinden bahsediyor. Astronot olmaktan. Uzay seyahatinden. Yıldızlara dokunmaktan. Gülümsüyorum.
Eğer tip 1 diyabetli bir çocuğunuz varsa onun hareket etmesi ayrı bir önem kazanır gözünüzde. Çünkü hareket eden çocuk çok da fazla insüline ihtiyaç duymaz. Kan şekeri düşük gider.
Salgın öncesi hayatımıza dönüyoruz derken kendimizi yeniden evlere kapanmış bulduk. Basit şeylerin özlemini çekiyorum. Loş bir kafenin bir köşesinde anonim olmayı.
Haberleri duyar duymaz gözümü karartıp okula gidebileceğini söyledim. Önce inanmadı. “Açmazlar.” dedi.